Klasik anlamıyla estetik, güzelin ne olduğu sorusunu yanıtlamakla ilgilenen felsefe dalı olarak tanımlanabilir. Bu anlamda estetik güzel ile sanatın özdeş olduğunu düşünen anlayışın bir ürünüdür. Antik Yunan'dan beri süregelen bu anlayışı yadsımaktadır. Dolayısıyla 20. yy'da gelişen çağdaş estetik, güzelin ne olduğu sorusunu araştırmaya yönelmez. Sanat artık yalnızca güzeli betimlemek eylemi değildir. Günümüz estetiği de bu yeni anlayışı benimsemiş, geçmişteki kesin ve doktriner tutumundan uzaklaşarak, çoğunlukla tarihsel bir yöntem kullanan bir sanatı açıklama uğraşı haline gelmiştir.
Estetik sözcüğü ile ilk olarak filozof Baumgarten'in Aesthetica (1750-1758) adlı kitabında karşılaşılsa da, Antikite'den beri güzel sorunu felsefeyi ilgilendirmiştir. Örneğin Platon güzellik ve sanatı kendi idealar kuramı içinde ele alır. Aristoteles, güzeli yararlı olarak niteler.
Ortaçağ'ın pek ilgilenmediği estetik sorunları Rönesans'ta yine gündeme gelirler. Alberi güzeli -bir şey eklendiğinde ya da çıkarıldığında güzel olmaktan uzaklaşan şey- olarak tanımlar. Rönesans'ta Alberti'de de görüldüğü gibi pratik bir sorun olarak yaklaştığı estetik, 18. ve 19. yy'larda tümüyle usavurumsal bir nitelik kazanır. Leibniz, Baumgarten, Kant, Hegel gibi filozoflar düşünce ürünü olarak parlak fakat sanatsal gerçeklikle çoğu kez ilgisiz ve bundan ötürü de, sanatı açıklamakta aciz kuramlar üretirler. 19. yy'ın ikinci yarısından başlayarak Marksizm estetiği yeniden bu usavurumsal niteliğinden sıyırmayı deneyecektir. Marksizm, sanatı toplumsal gerçekliğin bir yansıması olarak değerlendirir.
20. yy'da ortaya çıkan en önemli estetik ürünü olarak ise, B. Croce estetiğini saymak olanaklıdır. Croce, ilk kez olarak mantık alanı ile birbirinden ayırı ve birinde geçerli olanın ötekinde olamayacağını vurgular. Croce'ye göre mantık alanının ögeleriyle sanat alanına inilemez, sanat alanının ögeleri ise sezgiseldir. Croce estetiği sezgiyi kendi estetiği içinde merkez alanı yaparak güzel ve çirkini de açıklar. Sanatta güzellik salt sezgidir, ifadedir. Çirkin ise ifade yoksunluğu olarak tanımlanır. Böyle bir kuramsal araç artık çağdaş sanatı açıklayabilir niteliktedir.
Estetik sözcüğü ile ilk olarak filozof Baumgarten'in Aesthetica (1750-1758) adlı kitabında karşılaşılsa da, Antikite'den beri güzel sorunu felsefeyi ilgilendirmiştir. Örneğin Platon güzellik ve sanatı kendi idealar kuramı içinde ele alır. Aristoteles, güzeli yararlı olarak niteler.
Ortaçağ'ın pek ilgilenmediği estetik sorunları Rönesans'ta yine gündeme gelirler. Alberi güzeli -bir şey eklendiğinde ya da çıkarıldığında güzel olmaktan uzaklaşan şey- olarak tanımlar. Rönesans'ta Alberti'de de görüldüğü gibi pratik bir sorun olarak yaklaştığı estetik, 18. ve 19. yy'larda tümüyle usavurumsal bir nitelik kazanır. Leibniz, Baumgarten, Kant, Hegel gibi filozoflar düşünce ürünü olarak parlak fakat sanatsal gerçeklikle çoğu kez ilgisiz ve bundan ötürü de, sanatı açıklamakta aciz kuramlar üretirler. 19. yy'ın ikinci yarısından başlayarak Marksizm estetiği yeniden bu usavurumsal niteliğinden sıyırmayı deneyecektir. Marksizm, sanatı toplumsal gerçekliğin bir yansıması olarak değerlendirir.
20. yy'da ortaya çıkan en önemli estetik ürünü olarak ise, B. Croce estetiğini saymak olanaklıdır. Croce, ilk kez olarak mantık alanı ile birbirinden ayırı ve birinde geçerli olanın ötekinde olamayacağını vurgular. Croce'ye göre mantık alanının ögeleriyle sanat alanına inilemez, sanat alanının ögeleri ise sezgiseldir. Croce estetiği sezgiyi kendi estetiği içinde merkez alanı yaparak güzel ve çirkini de açıklar. Sanatta güzellik salt sezgidir, ifadedir. Çirkin ise ifade yoksunluğu olarak tanımlanır. Böyle bir kuramsal araç artık çağdaş sanatı açıklayabilir niteliktedir.
Yorumlar
Yorum Gönder